İçinde bulunduğumuz zaman dilimi bizleri yeni bir realiteye sıçratacak döneme denk gelmektedir. Literatürde sıklıkla 'devre sonu' tabirine rast geliriz ve bu zihnimizde hoş olmayan yankılanmalar yapar. Sonlanma kelimesi çoğumuzun zihninde bir bitişi simgeler, bu bir yönüyle doğrudur. Ancak, her bitiş aynı zamanda yeni bir başlangıcın da habercisidir. Her ölümün bir başka aleme doğuşu anlatması gibi. Bu sebeple, bu dönemi bir geçiş olarak algılamak ilk düzeltmemiz gereken şeylerin başında gelir. Sonrasında, bu sıçramayı bizzat gerçekleştirecek olan geçiş varlıkları olarak kendimizi hatırlamamız ve bu liyakati gösterebilecek mertebeye ulaşmış olmaktan dolayı şükretmemiz gerekmektedir.
Beşer varlığın lineer zaman ölçeklerine göre son derece verimsiz ve durağan bir tekamül süreci gösterdiği dönemler olmuştur. Ancak, süregelen zaman içinde varlıkların kolektif çabaları ile kozmik şuurda kümülatif bir gelişim sağlanmış ve nihayetinde bizleri bu eşiğe taşımıştır. Eşiği geçmek büyük bir değişim ve dönüşümü de beraberinde getirecektir. Bu noktada bazılarınca gezegen olarak kabul edilmeyen Plüton son sözünü söyleyecektir. Değişim ve dönüşüm hiç bir zaman kolay değildir ancak buna hazır değilseniz çok sarsıcı ve yıkıcı da olabilir. Bunun bir sebebi varlığın kendi öz yapısından uzaklaşarak, kendini unutarak da diyebiliriz; etrafında çeşitli yapay kabuklar örmesidir. Bu kabuklar, hastalıklı ilişkilerimizden tutun da her türlü eş koşmaya, fanatizme, bağımlılığa, korkularımıza kadar türlü formlarda olabilir. Kişi kendini çocuğuna, arabasına, takımına, vücuduna, parasına, statüsüne, rütbesine bağlamış yani bunları hastalıklı bir şekilde bürünmüş olabilir. İşte, bu geçiş sürecinde yanımıza 'excess bagage' almamıza izin verilmediğinden bu fazlalık ve aşırılıklarımızdan arınmamız gerekiyor. Farkındalığımızı geliştirerek bu noktada devreye almamız, bizi gereksiz hırpalanmalardan koruyacaktır. Aksi takdirde gezegenlerin zorlayıcı tesirleri biz öyle algılamasak da, bir rahmet olarak üzerimize akmaya devam edecektir. Plüton'un değerler, kurallar ve kurumları temsil eden oğlak burcunda yerleşmesi bir tesadüf değildir. Einstein'ın dediği gibi, Tanrı evrende zar atmaz ve her şey saat gibi tıkır tıkır işler. Yaradan'ın saati ve bir bakıma eli ayağı gezegenlerdir. Gezegensel tesirlerin ve oluşturdukları senaryonun üstüne çıkabilmek mümkündür ancak bu mütekamil bir insanın kudretiyle mümkün olabilir.
Farkındalık, evvela kendimizle dürüst bir şekilde yüzleşmek ve kendimizi tanımakla ki, ben buna 'hatırlamak' demeyi daha uygun buluyorum, gelişir. Bu yüzdendir ki, beşer varlığa ta en başından beri verilen ilk temel bilgi, 'kendini bil' olmuştur. Hermetik kökenli bilgilerin Antik Yunan'a taşınarak damıtıldığı Delf tapınaklarının girişinde dahi “nosce te ipsum” ön komutu ile karşılanırız. Kendini bilen (micro kosmos) Rabbını (macro kosmos) bilir, Rabbını bilen tekamül eder. Yani, aşağısı ile yukarısını bir ederek, teklik şuuruna kavuşur. Bilinçli olarak gözlem yapmak da bizi gelişime taşıyan metotlardan biri olabilir. Olayları dış sahnede izleyerek gerekli mesajları alabilirsek onları üzerimize çekmeyiz.
Kıyam; ayağa kalkmak, mecaz anlamda şuurda uyanmak demektir. Bu sebeple kıyametten değil, kıyam edememekten korkmalıyız… Yazıma 'Sadıklar Planı' tebliğlerinden küçük bir alıntı ile son vermek istiyorum.
“Beşer, gerek şuuruna ait ihtizaz (titreşim), gerek maddi vasatına ait ihtizaz bakımlarından daha yüksek bir ihtizaz sistemi ile irtibat kurabilecek, tahammül gösterebilecek ve orada kendi enerjisini, kainat enerjisi ile temas ettirebilecek durum kazanırsa, o varlık tekamül etmiş varlıktır.”
Ve bence mutluluk budur…
Sevgilerimle, mutlu kalın.
Yeşne İren
ASTROLOJİ OKULU