Astroloji, yazılı tarih kadar eskiye uzanır ve yüzyıllar boyunca birikmiş bilgi ile bilgelik üzerine kuruludur. Kimse astrolojinin kesin kökenlerini bilmemektedir. Ama, en azından bildiğimiz anlamda astroloji, ilk kez Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır. Mezopotamyalılar yıldızların ve gezegenlerin tanrılar ile ilişkili olduklarına, hatta bizzat tanrılar olduklarına inanıyorlardı. Gerçek astrolojinin ilk adımları milattan önce ikinci bin yılda eski Babil dönemi boyunca görülebilir. Babilliler astronomik fenomenleri gözlemleyerek listeler derlediler. Gezegenlerin dönüş zamanlarını saptayarak, gelecekte herhangi bir zamanda hangi pozisyonda bulunacağını doğru biçimde tahmin edecekleri bir noktaya ulaştılar. Bu dönemlerde kullanılan astroloji, krallığı etkileyebilecek kehanetler için göklerin basitçe incelenmesinden ibaretti. Bu kehanet gözlemleri, genellikle doğru astronomik fenomenlerle iç içe geçirilmiş hava fenomenlerini içeriyordu.
Babil ve Asur döneminde krallara eşlik eden bir kahin ya da “Baru Rahibi” vardı. Bu kişi bir gök yorumcusuydu –gökyüzünden, genellikle de Ay tutulmalarına dayalı uyarıları okurdu. “Baru–Rahipleri’nin” ilk gerçek astrologlar oldukları söylenebilir. Rahiplerin işlerinde becerikli olmaları gerektiğinden, öngörüler bilimden ziyade bir sanata dönüştü. Rahipler doğru matematik hesaplamalarıyla tutulmaları öngörmekte başarılı oldular; böylelikle de astronomi kanunlarının daha sonraki gelişimine büyük katkıda bulundular.Rahipler, hava durumu, Ay ve Güneş tutulmaları gibi doğal olayları da tahmin ederek saygınlık kazanıyor, böylece iktidarlarını koruyorlardı. Yine de bu çabaları astrolojinin gelişimine katkıda bulundu. Bir takvim tasarladılar; Güneş’in, Ay’ın ve gezegenlerin temel dönüşlerini tanımladılar; ve Ay’ın bir yıl boyunca yaptığı on iki dönüşe dayanarak yıllarını on ikiye böldüler.
Bundan sonraki dönemlerde astronom-astrologlar, yavaş yavaş gezegenler hakkında daha fazla bilgi edindiler ve sadece tutulmaları değil, gezegenlerin ne şekilde hareket ettiklerini gözlemlemeye başladılar. Böylece, bu hareketlere dayanan öngörüleri daha isabetli yapmaya başladılar. Babiller’den kalan bu bilgiler daha sonra, Museviler tarafından M.Ö. 587-539 yılları arasında esaretleri süresince öğrenilmiş ve M.Ö. 539’da Babil’i fethettiklerinde Persler’e de geçmiştir. Persler’in hüküm sürdüğü M.Ö. 525-404 tarihleri arasında Persler’den Mısırlılar’a geçen bu bilgiler, MÖ 509’da kuzeybatı Hindistan’a geçmiştir. Bu bilgilerden bazıları, batıda Mısırca’ya ve Yunanca’ya, doğuda da Sanskritçe’ye çevrilmiştir.
Babil’i MÖ 729 yılında fetheden Sümerler önce on sekiz takımyıldız saptamışlardı. Daha sonraları, MÖ 600’de, zodyağın on iki takımyıldızını oluşturmak için bunlardan bazıları birleştirildi ve bazıları da çıkarıldı. Asurlular, tanımladıkları beş gezegene ve bunların takımyıldızlardaki hareketlerine, aynı derecede hatta daha bile fazla önem verdiler. Bunun nedeni, gezegenlerin tanrılar ya da en azından tanrıların evleri olduklarına inanmalarıydı. Tıpkı Güneş ve Ay için olduğu gibi, bu gezegenlere verilen isimler de zamanla önce Yunanca isimlerle, ardından Romalı isimlerle ve son olarak da İngilizce isimlerle değiştirildi. Asur döneminde bu isimler şöyleydi: Güneş=Shamash, Ay=Sin, Venüs=Ishtar, Merkür=Nabu, Mars=Nergal, Satürn=Ninurta ve Jüpiter=Marduk. Zodyak burçlarının tam olarak tanımlanması ve horoskopun ilk kez ortaya konması Yeni Babil döneminde olmuştur.
Devam edecek…