Ortaçağ Dönemi
Ortaçağ, Antik Yunan-Roma kültüründen sonra gelen ve Rönesans’a kadar uzanan yaklaşık bin yıllık bir dönemi ifade etmektedir.
Ortaçağ döneminin öğretilerini şöyle özetleyebiliriz: “Evrendeki her şey Tanrı’nın isteğiyle olmaktadır; anlamak için inanmak gerekmektedir; Tanrı’yı bilmek demek insanın kendisini bilmesi ve tanıması demektir. Bu dönemde akıl ile inancın uzlaştırılması çalışmaları da gerçekleşmiş ve bunun için Aristo otorite olarak kabul edilmiştir. Hıristiyanlığın, Antik Yunan felsefesine, diğer din ve felsefelere kapalı olması, bilgi akışının neredeyse durmasına sebep olmuştur. Tanrı merkezli düşünce sistemi ve Hıristiyanlık dininin dogmaları, bilimsel çalışmaları ve bilgi üretimini büyük ölçüde engellemiştir. Farklı düşünce sistemleri geliştiren birçok bilim adamı, filozof ve sanatçı, ortaçağın bu döneminde engellenmiş, bazıları sürülmüş, bazıları da öldürülmüştür.
Ortaçağda, astrolog genellikle papaz veya en azından dinsel eğitim görmüş kişiydi. Bunun sebebi, kilise dışında böyle bir eğitim imkanı olmamasıydı. Eğitim olmadan, bir kişi astrolog olamazdı. Eğitimin ilk aşamasında matematik vardı. Ortaçağın başlarında, astrolojiyi çekici kılan şeylerden biri insan yaşamının her yönüne tatbik edilebilir olmasıydı. Bunlardan biri de tıptı. 18. yüzyıla kadar, bazı üniversitelerde astroloji sınavını geçmeden doktor ünvanı almak imkansızdı ve gezegensel pozisyonların tanı ve teşhiste kullanılması yaygındı. 15. ve 16. yüzyıllar boyunca Avrupa’daki birçok üniversite, tanı, ön teşhis ve hastanın durumunu tedavi etmekte kullanılacak ilaçların seçimine yardımcı olarak astroloji çalışmalarını içeren bir tıp müfredatı sunmaktaydı. Genel uygulama, hastanın yatağa düştüğü an için bir harita oluşturulmasıydı. Haritanın belirli kaideler doğrultusunda incelenmesi, doktorlara hastalığın kaynağını, muhtemel nedenlerini ve hangi ilaçların verilmesinin uygun olacağını belirleme imkanı sağlıyordu. Astrologların kendilerine temel aldıkları Aristo’nun çalışmaları, Batı Avrupa’da ilk defa tam olarak her alimin okuyabileceği bir dilde mevcuttu ve 13. yüzyılda üniversitelerde kabul görüyordu. Bu da astrolojinin lehine olmuştu. Kilise, astrolojiyi bir bilim olarak tanımak zorunda kalmıştı. O dönem astrolojisi, insanın kozmozdaki yerini keşfetmesi ve dünyevi yaşamının dışında duran “gerçekliğin” farkına varmasını sağlayan astrolojiydi.
16. yüzyılın sonlarından 17. yüzyıla uzanan dönemde astrolojinin düşüşe geçmesi dönemiyle birlikte, astroloji çalışmaları da üniversitelerden birer birer dışlandı. Bunun nedeni kısmen entelektüel ortamın astrolojiye karşı cephe alması, kısmen de tıp doktorlarının giderek daha fazla ampirik tıp bilgisi biriktirmeleri ve sistemleştirmeleri nedeniyle, astrolojik yardıma başvurmadan en azından en yaygın hastalıkların tanısını, ön teşhisini ve tedavisini gerçekleştirebilmeleriydi.
Araplar tarafından geliştirilen Seçim Astrolojisi tekniği (Electional Astrology)**çoğunlukla tıp doktorları tarafından, ilaç vermek, ameliyat yapmak, bir hastayı yataktan kaldırmak için uygun anı bulmakta kullanılıyordu. Bugün bile bazı doktorlar, Ay’ın bir hastanın daha az kanaması olacağı evrelerinde ameliyata girmeyi tercih ederler ya da kan bağışlayacak biri, kanını, daha serbest aktığı için dolunayda vermeyi tercih eder.
Araplar’ın ve İslamiyet’in astrolojiye bakış açısı
Ortaçağın öngörüye dayalı astrolojisinin büyük kısmı, batıya Arap Astrolojisi aracılığıyla gelmiştir. Arap Astrolojisi ile kastedilmek istenen, Arapça yazan yazarlar ve onların Arapça çalışmalarıdır. Bu dönem yazarlarından en önemlileri şunlardır: Ebu Ali el-Hayyat, Ebu Ma’şar, Alcabitius (al-Qabisi), el-Kindi, Ömer et-Tabari, Ali Heben Rodan, Maşa’allah ve Zahel (Abu ‘Utman Sahl ibn Bisr ibn Habib ibn Hayi al-Isra’ili). Bu yazarlar Arapça yazmış olsalar da, hepsi Arap değildiler. Örneğin Maşa’allah Arapça yazmıştır, fakat Musevi’dir. Yine önemli bir yazar olan Ebu Ma’şar İranlıdır. Arap Astrolojisi’nin ve Arap Hermetik Öğretisi’nin yayılması, İslam’ın yayılmasıyla doğrudan bağlantılıdır.
7. ve 14. yüzyıllar arası, batılıların iddia ettikleri gibi bir karanlık ortaçağ değildir. Tam tersine yeryüzünün tanıklık ettiği en parlak uygarlıklarından birisinin doruk noktasına ulaştığı bir dönemdir. Bu her renkten ve her ırktan insanların kurduğu ve yaşattığı İslam Uygarlığı’dır. O dönemlerde evrenin yapısını ve işleyişini öğrenmek, hakikati bilmek için önemli bir araç olarak görülüyordu. Tercümelerle başlayan bilimsel faaliyetler, Müslümanlar’ın orijinal katkılarıyla 12. yüzyıla kadar faal ve çok üretken bir dönem yaşadı. İslami dünya görüşü ışığında gelişen bilimsel gelenek, aynı şekilde 12. yüzyılda Arapçadan Latinceye tercümelerle İspanya ve İtalya kanalıyla batı Hıristiyanlık dünyasına da ulaştı.
Müslümanlar bilimi reddetmeyip, tam tersine sahip çıktılar. İslam’ın bakış açısı Hıristiyanlığınkinden farklı olduğu için, bilim, felsefe ve tıp Müslümanların yönetimi altında gelişti. Müslümanlar, astrolojiye doğallığında ilgi duyuyorlardı. Kuran, çeşitli astrolojik referanslarıyla onları teşvik etmişti. Müslüman astrologlar, bireysel horoskoplar çıkardılar ve dünya astrolojisi öngörüleri yazdılar. Bunlardan en iyi bilinenleri, Maşa’allah ve Ebu Ma’şar tarafından yazılanlardır. Bu yazarların ilgi alanları kozmolojik sembolizm idi. Arapça yazanların en sık bahsettikleri üç kadim otorite; Hermes, Ptolemy ve Dorotheus’tur.
Ortaçağ karanlığı içine gömülmüş olan Avrupa'daki gelişme ve ilerleme hareketlerinin asıl öncüsünün İslamiyet olduğu, bugün pek çok tarihçi ve sosyolog tarafından da dile getirilmektedir. Avrupa, Haçlı Seferleri sırasında çok önemli bir kazanç sağlamıştır. O dönemde Müslüman dünya ile kurulan temaslar, Avrupa'da yeni bir dönemi başlatacak olan ilk gelişmedir. Karanlık, savaş ve kavgalarla dolu, despotizmin hakim olduğu Avrupa, Müslüman dünyasında çok ilerlemiş bir medeniyet ile tanıştı. Müslümanlar tıp, astronomi, matematik gibi alanlarda olduğu kadar, sosyal yaşamda da son derece medeni ve müreffeh bir hayat sürmekteydiler. Tıp, astronomi, matematik gibi alanlarda Avrupa'nın oldukça geri olduğunun bilindiği dönemlerde, Müslümanların engin bir bilgi hazinesine ve gelişmiş imkanlara sahip oldukları bilinmektedir. Bu bilgiler, özellikle 7. yüzyıldan itibaren İslam dünyasına hızla yağmaya başlamıştı. Bilgili yabancılar, Bağdat’a davet edildi. Kitaplar edinmek için diğer ülkelere araştırmacılar gönderildi ve yabancı kitapları Arapça’ya çevirmek için çeviri büroları kuruldu. Müslüman bilim adamları, Antik Yunan filozoflarının eserlerini tercüme etmekle kalmamış, bu filozofların yanlışlarını da düzeltmişler ve üzerine kendi deneyimleriyle elde ettikleri bilgileri eklemişlerdir.
Hint kaynaklı bazı eserlerin de tercümesiyle, Müslümanlar matematik, astronomi alanlarında gelişimini sürdürmüştür. Hintli astrologlardan alınan astronomik tablolar, bu dönemde yetişmiş Maşa’allah ve Ebu Ma’şar gibi bazı astrologlar tarafından “Dünya Astrolojisi” ile ilgili eserlerinde kullanıldı. “Zij” adı verilen astronomik tabloların ve gözlemevlerinin gelişimi ilerledi, bu da 14. yüzyılda, bin yıldızlık bir astrolojik katalog içeren, Uluğ Bey’in Orta Asya’da bulunan Semerkant’taki gözlemevinin inşasına yol açtı.
Araplar:
* Antik Yunan’dan miras aldıkları çok sayıda astrolojik noktaya (lot), daha da fazlasını eklediler.
* Doğum astrolojisi için öngörüsel bir teknik olarak Güneş Dönüşü Haritası’nı (Solar Return) Araplar buldular.
* Saat Astrolojisi’ni (Horary Astrology) daha kurallı hale getirerek geliştirdiler.
* Dünya Astrolojisi’ni geliştirdiler. Koç Giriş (Ingress) Haritalarını buldular. Mars, Jüpiter ve Satürn’ün birleşmelerini ve kuyrukluyıldızların görünmelerini değerlendirmek için kullanışlı şemalar oluşturdular.
* Esasen 5. yüzyıl civarında Yunanlı Rhetorius tarafından geliştirilen, sonradan da Alkabitus’a mal edilen ev sistemini kullandılar. Bununla birlikte, Whole Sign (Bir Burç=Bir Ev) sistemini de kullanmayı sürdürdüler.
* Seçim Astrolojisi’ni (Electional Astrology), daha da geliştirerek, kullandılar.
İranlılar (Persler)
İranlılar, Antik Yunan Horoskop Astrolojisi ile, MS 222-237 yılları arasında tanıştılar. Bu dönemde, İran kralı bilimsel çalışmalardan haberdar olmak için diğer ülkelere casuslar göndermişti. M.S. 381’de Dorotheus’un “Pentateuch”un (Kitap III) metninin Arapça’sına bir İran horoskopunun eklendiği bilinmektedir. İranlılar, 3. ve 6. yüzyıllar arasındaki dönemde Hindistan’dan astronomi ve astrolojiyle ilgili kitaplar da almışlardır.
Arap dönemindeki en büyük astrologların çoğu İranlıydı ve öğrettikleri astroloji hem Hint, hem de Yunan Astrolojisi’nden oldukça farklıydı. 8. yüzyılda, astrolojinin batı dünyasında bugün bildiğimiz haline gelmesinde en büyük katkı sağlayanlardan birisi, hiç kuşkusuz Müslüman bir aydın olan İranlı astrolog Ebu Ma’şar’dır (Cafer İbn-i Muhammet). Sarayın astroloğu ve de profesyonel bir astrolog olan Ma’şar yaklaşık elli kitap yazmıştı. Ortaçağ dönemindeki yazarların hepsi İranlı astrolog Ebu Ma’şar’ın MS 9. yüzyılda Bağdat’ta yazdığı ve 12. yüzyılda Avrupalı alimler tarafından Latince’ye çevrilen bir çalışmasından etkilenmiştir. Ebu Ma’şar’a göre gökyüzü ve gezegenler canlıdırlar ve aşağılarında bulunan dünyayı yönetirler. Ebu Ma’şar da gezegenlerin canlılığı ve varoluş ile ilgili teorilerinde Aristo’yu temel almıştır. Ebu Ma’şar, dönüş haritalarına ve astrolojideki diğer zamanlama faktörlerine önem vermekteydi.
Ortaçağ Astrolojisi olarak anılan ve Antik Yunan, Pers ve Hindu astrolojik fikirlerinin bir sentezi olan bu dönemi, üçüncü antik akım astrolojisi olarak da değerlendirebiliriz. Özellikle 775 ile 925 yılları arasındaki yüz elli yıllık dönem, Arap Astrolojisi’nin altın çağı oldu. Ortaçağ Hıristiyan Batısı, astrolojiyi, 12. yüzyılda Avrupa’nın astrolojiyle yeniden tanıştığı esnada, Araplardan almıştır. Arap Astrolojisi’nin yaygınlaştığı 12. yüzyıla kadar devam eden bu dönemde, Arap ya da Müslüman olsun olmasın, Arapça eserler veren Maşa’allah, Ebu Ali el-Hayyat, İbn-i Ezra, El Biruni gibi astrologlar, bugünkü batı astrolojisinin temellerini atmış oldular. Bu dönemin astrologları, açı toleransları, Jüpiter ve Satürn dönüşleri, gezegensel etkileşimler, doğru zaman seçimi ve Saat Astrolojisi, Güneş Dönüşü haritaları üzerine bilgiler verdikleri, birbirinden değerli eserler ortaya koydular. Aslında Arapların vardıkları bu noktada, Dorotheus’tan özellikle bahsetmek gerekir. Dorotheus’un “Pentateuch” adlı eserinden çok yararlanan Araplar, Ptolemy’nin “Tetrabiblos”ta salık verdiği genel göstergelere bel bağlamak yerine, önemli ölçüde tesadüfi göstergelerden (ev yöneticilerinden) istifade ettiler.
Ortaçağ Astrolojisi’nin en önemli isimleri Maşa’allah, Ebu Ali el-Hayat, Ebu Ma’şar, Alkabitus, İbn-i Ezra, El-Biruni, Guido Bonatti, Johannes Schöner ve Michelle de Nostradamus’tur.
Devam edecek…
Öner Döşer,
9 Ocak 2009
Caddebostan