Bölüm III: Belirsizlikle Dönüşmek

Bölüm III : Belirsizlikle Dönüşmek

 

            Yunan'ın toplum yaşamında ( dolayısıyla tanrılarla olan ilişkisinde) belirleyici olan kavramlardan biri Hybris'tir. Hybris, doğal olarak sahip olunan bir yönün, kendi sınırlarını bilememekten dolayı abartılmasıdır; Jüpiter'e teslim olduğumuzda, Zeus'un gücüne sahip olduğumuz yanılgısına düşebiliriz; sınırlarımızı kaybedip, kendimizi abartılara teslim edebilir, kibirin ve aşırı davranışların sınırsızlığında kaybolabiliriz. Yunan toplumunda bu, insan kavramını düz bir çizgi gibi düşündüğümüzde, aşağı doğru gitmekte olan bir kişiyi temsil eder; çünkü kendini bilen, sınırlarını bilmek durumundadır; sonsuzluk ve sınırsızlık -tıpkı evreni gözlemlerken elde elde ettiğimiz bilgilerde olduğu gibi, iki ayrı durumun ifadesidir. İnsanın sonsuzluğu, kendi sınırlarını kavramasıyla gerçekleşir; Engels'in söylediği gibi; özgürlük, zorunluluğun mükemmel bilgisidir.* Bu açıdan baktığımızda, tanrılara meydan okuma, tanrısal bir gücün yanlış yönlendirmesiyle meydana gelir. Kibir sahibi olarak kat ettiğimiz yolu, kendimizi bilme anında, bir acı çekme mesafesine dönüştüren de budur; bir sodayla kurtulamayacak kadar çok yediğimizi fark ederiz. Gücü kendimize karşı kullanarak yoldan çıktığımızı, merkezden en uzak yerde görebiliriz ancak; geri döndürülemez olan bu süreç yeraltı tanrısı Hades'in yönetimindedir.

            Hades astrolojide, bir jenerasyon gezegeni olan Plüton'a karşılık gelmektedir; diğer jenerasyon gezegenleri gibi onun da kelimelerle simgeselleştirilmesi zordur; birden fazla sözcük kullanır; ölüm, yeniden doğum, manipülasyon, şifalandırma, yine de temsil ettiği gücü ıskalarız. Keşfedildiği dönemin temalarından biri olan kitle imha, onun haritada nasıl çalıştığını çok güzel örnekler; transit ettiği yerde bir şeylerin altını üstüne getirerek hareket eder;  Zeus'un kardeşi Kronosoğlu Hades, onun beş ırmağından süzülerek geçebilecek kadar hafiflediğimizde, bize evrensel prensiplerin küçük sırrını vaadeder; onu almak mümkün değildir, ancak kendisi olabiliriz.

            En başta, Uranos'un kendi varlığının devamı Kronos tarafından sınırlandırılmasıyla, doğurgan bir gerilim belirmişti; kozmik geçirgenliğin kısıtlanması; realiteler; reailteyle belirmiş olandan aldığımız hazlar, bolluk ve sınırsızlıkla bu hazzın ilişkilendirilmesi -bir anlamı hazır bulma, bu anlamın eylemde giderek kendini tüketmesiyle yeni bir anlam zorunluluğunun ortaya çıkması. . . Ve şimdi olmuş olan herşeyin yandısığı, çünkü hiç bir sınırın belirlemediği engin bir boyuttan bakıyoruz; Poseidon. . .

            Kronosoğullarından denizlerin hakimi, suları yöneten Poseidon, dişil bir etkinin erkek egemen zihinde tam da sahip olduğu erkin, ancak öyle kavranabilmesiyle bedenlenmiştir. Antina'da kadının yeri, Yunan kültürünü oluşturan can alıcı olayların dışında bir yere, çoğunlukla da eve ayrılmıştır. Kadınlar, günümüzde Higgs Parçacığının araştırılmasına verilen bilim ödülüyle yavaş yavaş kurumsallaşan parçacık fiziğinin, felsefi olarak kavrandığı bu logos'un şehrindeki dolaşımından ve dolayısıyla da düşün dünyasından uzaktırlar; büyük şölenlerde tragedyaları izleyen ve o tragedyaların politik duşuruşunu meclise ve şehre taşımakla görevli olanlar da yine özgür yurttaş – erkeklerdir. Ancak bundan bir yüzyıl geriye gidersek, Theatron'un inşasından önce, tiyatronun ruhunu kadınların bedeninde yakalarız. Bu ruh kadın bedeninde o kadar güçlüdür ki, Atina'yı kuran iktidar tarafından önce yok edilmeye çalışılmış ve ancak gücü kabul edilip, tragedya formunda ortaya çıktığında biçimlendirilip, kontrol altına alınabilmiştir.

            Günümüzde amfetamin içeren ve ancak dışarıdan bir etkiyle alınarak kişideki güçleri serbest bırakan kimyasallarla sağlanan esrime -ekstasis, insanın benliğinin sınırlarını genişleterek evrenle bir olmasını içeren dinsel – yaşamsal bir öneme sahipti. Miken uygarlığının çöküşünden sonraki karanlık çağ, tüm gizemleriyle bugün hala tılsımlı bir zamansızlığa sahip Orta Çağ gibi, yazılı kaynaklarla ancak olup bittikten sonrasını gösteren bir pencereden bakabildiğimiz, modern insanın sürekli hafızasından önceki bir dönemi gösterir. O, bugünkü medeniyetimizi doğuran karanlık, kanlı bir rahim gibi, çılgınca dans eden süt nineler, yılanlar, tanrıya yaklaşan ritimler ve bir başkası olmak üzerine kurulu imgelerle yakalayabildiğimiz fraktal bir alandır. Yine de ondan bahsedebilmek için çokça Satürn'den yararlanırız. Haberci tanrı Hermes – astrolojideki ifadesi Merkür; Plüton'un değişimlerini, Poseidon'un yıkıcılığını, Zeus'un dualarını eyleme dönüştürebileceğimiz kodlarla bize sunar ve bu iletişim kişisel tarihimizin de başlangıcıdır. Tarih, bir yeniden anlamlandırma ve düzenleme süreci olarak, onu doğuran belirsizliği içermez, ancak ondan etkilenir.

            Poseidon, Odysseus'un yolculuğu boyunca hedefine varamaması için onu okyanuslarda sürükler; rüya gibi bir adada güzel tanrıçanın kucağına düşürür ve hapis tutar; Odysseus'un bu yedi yılın her gecesi ağlamasını eşine olan sevgisiyle (Venüs), sorumluluk duygusuyla ( Satürn) ya da başına gelecek maceralara atılma isteğiyle ( Mars) ilişkilendirebiliriz. Ancak bu zorlama bir şekilde metinden çıkarılabilir, çünkü metin hiç bir zaman onun bu yolucuğunun gerçek nedenini açıkça ortaya koymaz. Odysseus, tanrıların itkisiyle kaderini yaşayan bir insandır basitçe; yolcuğunun temelinde onun "tanrısal Odysseus" olmasını sezeriz. Onu bu yolculuğunda savurup duran Posiedon, bilinçli hedefin önünde aşılması gereken bir engeldir; ancak onun kendi sınırlarını ve yaşadığı dünyanın sınırlarını keşfetmesini sağlayan en önemli etkendir de. Kaybolmak ve keşfetmek arasındaki ünlü ilişki, Odysseus'un; Poseidon'un ( Neptün) ölümcül dalgarıyla mücadeleden (Mars ) , sarp kayalıklara vardığı yerde  ( Satürn ) en güzel ifadelerinden  birine kavuşur. Dalgalarla boğuştuğu sırada üzerine çıkabileceği kıyıları olan bir ada gören -hayal eden kahraman, gerçekle yüzleştiğinde bunun ölmücül olduğunu anlar. (Satürn) Ancak yine de bir tanrı eliyle kurtulacaktır Venüs'den yana şanslı Odysseus.

            Sevgide adanmışlığı, kolektif bilinçaltını, spiritüelliği, fedakarlığı, ilizyonları ya da fantezi dünyasını temsil eder Neptün. Oysa bunlar daha çok, Merkür'le anlamlandırılmış, Satürnyen bir zeminden algılanan Neptün verileridir. Bir kez okyanusun dalgalarına karıştığımızda, Satürn'ün etkisiyle cisimleşmeden önceki ( ya da sonraki) gerçekliğin geçirgen doğasıyla karşı karşıya geliriz; çarpıcı bir bütünsellik içinde benliğin sınırlarını karada bırakıp, balıkları takip ederiz. Poseidon'un yaşamı meydana getiren suyun alemleşmiş dünyasında, var olmuş bütün kavramlara, duygulara ve oluşlara yer vardır. Yaşamış herkesin karıştığı toprağın çözündüğü yerdir burası; kolektif bilinçaltı, Odeysseus için olduğu gibi bir insanın haritasında da tehlikeler içerir. Onun okyanusundan çıkıp, karaya ayak basabilirsek eğer, maddenin ruhunu kavrayan bir iç görüyle donanırız. 

DEVAM EDECEK…

Hande Edremit

7 Kasım 2013, Perşembe

ASTROLOJİ OKULU, Caddebostan