Zorlu Zamanlar ve Astrologlara Düşen Görevler!

İçinden geçmekte olduğumuz bu büyük değişim döneminde etkin olacak gezegen döngüleri günlük hayatımıza büyük zorlukların gireceğini, korku ve endişenin hakim olacağını düşündürmektedir. Bu zorlu geçiş sürecinin üstesinden gelebilmemiz ve bir üst bilinç aşamasına geçebilmemiz için, öncelikle korkularımızla yüzleşmemiz ve bunları aşmamız gerekmektedir. İşte bu aşamada farkındalığı yüksek olanlarımızın, henüz değişime ve kendisiyle yüzleşmeye hazır olmayan diğerlerine rehberlik etmesi faydalı olacaktır. Bunu sağlayabilmemizde bize yardımcı olacak teknik, ilim ve yöntemlerin yanı sıra, insanı tanımanın en kolay ve etkin yöntemi olan astrolojinin ve rehberliğinden de istifade edebiliriz. İşte bu aşamada astrologlara önemli görev düşmektedir.

Astroloğun birincil görevi geçiş yapılmakta olunan süreçle ilgili olarak toplumu bilgilendirmek, zorlu zamanlar hakkında uyarmak, büyüme potansiyeli taşıyan yaratıcı fırsatların zamanlarını bildirmektir. Ama tüm bunları yaparken takınılan üslup ve ifade, özellikle de zorlu zamanlardan geçilirken, çok büyük önem taşımaktadır. Her ne kadar vahim görünürse görünsün, durumlara pozitif ruh hali ile yaklaşılabilir. Dennis Elwell’in de dediği gibi “Astrologların çalışmalarının erdemi sayesinde daha sakin ve korkusuz olacakları umulur.” Astrologların, geleceğe yönelik vizyon sağlayan astroloji ilmi sayesinde yüksek farkındalığa ve etraflarında olan biteni idrak edebilen uyanık bir zihne sahip olmaları beklenir. Böyle uyanık bir zihin için, hayatın akışı içerisinde karşılaştığı her deneyim bir nimettir. Başkalarına göre trajik denilebilecek zorlayıcı ve travmatik olaylar karşısında uyanık bir zihne sahip kişiler şaşırtıcı derecede sabırlı ve metanetlidir. Onlar ilk bakışta negatif gibi gözüken olaylarda esnek olabilmeyi başarabilenlerdir. Aslında bize negatif gözüken şeylerin altında, ancak daha ince bir bakışla fark edebileceğimiz, bizim gelişimimiz için hazırlanmış basamaklar vardır. Sevgi ile kuşatılmış evrende her şey aslında pozitiftir. Astroloji ile uğraşsın veya uğraşmasın, uyanık zihne sahip kişiler bunu bilirler. Onlar bu bilgeliğe ve anlayışa sahiptirler…

Kadim Astrologları Örnek Almalıyız

Kadim Astrologlar kendilerini bir İlahi Bilim olarak gördükleri astrolojiye adamışlardı ve astrolojiyi bir sanat olarak, astroloğuu da sanatçı olarak tanımlıyorlardı. Bu tanımlamayı Rönesans son dönem astrologu olan İngiliz astrolog William Lilly’e kadar uzanan yelpazede çok net görüyoruz. Doğu ve Batı düşünce dünyasının en büyük alimlerinden biri olarak kabul edilen Muhyiddin Arabi astrolojyi de “Alemin sembolik dili” olarak görmekteydi. Arabi’ye göre alemin sembolik dilini bilen aleme arif olup nesneleri okuyabilirdi, çünkü evren “büyük kitap”tı.

Eski dönemlerde astrolojik öngörü, insanı bilgeliğe taşıyan meziyetlerden biri olarak görülürdü. Cladius Ptolemy’nin dediği gibi “Öngörü sahibi bir zihin, göklerin faaliyetine değer katar; tıpkı becerikli bir çiftçinin toprağı işleyerek doğaya değer katması gibi…”

Bilgeler astrolojik işaretleri önceden okumanın, olumsuz etki yaratacağını öngördükleri şeylerden bazılarını engelleyebileceklerini ya da en azından kendilerini bunların sonuçlarına ruhsal olarak hazırlayabileceklerini düşünüyorlardı. Ptolemy’nin çok güzel ifade ettiği gibi “Yıldızların doğasına aşina becerikli bir insan, onların pek çok etkilerinin önüne geçmeye ve bu etkiler gerçekleşmeden önce, kendini bunlara hazırlamaya muktedirdir.  Öngörü gelecekteki olayların sanki şu anda gerçekleşiyorlarmış gibi tecrübe edilmelerini sağlayarak, ruhu duruma alıştırır, sakinleştirir ve yaşanacakları sükunet ve metanetle karşılamaya hazırlar.”

Erhard Ratdolt’un 1491 yılı basımında yer alan Bonatti’nin Liber Astronomiae’sine giriş yazısı bize, eski bilge astrologların astrolojiye bakış açılarını çok iyi özetliyor: “Gökyüzünü, yeryüzünü ve içlerindeki her şeyi yaratan, her şeye sağlamlık kazandıran ve her şeyi insanın hizmetine sunan, gökyüzünü yıldızlarla süsleyen ve ışık saçan cisimlerin faziletleriyle onların aşağısındaki her şeyi düzene sokan ve yöneten ve aynı şekilde insana da yol gösteren O’nun ötesinde bir başka Tanrı yoktur. O akıllı ruhları diğer tüm canlılardan üstün kılmıştır ki her şey onlara hizmet etsin; ve bu akıllı varlıkların diğerlerinden farklı olarak bilmesini ve anlamasını sağlamıştır; onlara üstün gök cisimlerinin hareketlerini ve bunların manalarını göstermiştir; gökyüzünü akıllı varlıklar için bir parşömen gibi yaymıştır ki, iletişime geçen ve ilahi bilgeliği açığa çıkaran gökyüzünde ve gökyüzü aracılığıyla sadece geçmişi ya da bugünü fark etmekle kalmasınlar, gelecekte olacak olan olaylara karşı önlemlerini de alabilsinler, öngörüde bulunabilsinler ve bunlardan bahsedebilsinler.”

Öngörülerde Üsluba Dikkat!

Yukarıdaki bölümde bazı kadim astrolog ve alimlerden aldığımız ilham ışığında, astrolojiye nasıl yaklaşmamız ve astrolojik öngörüyü nasıl kullanmamız konusunda bazı çıkarımlar yapmamız mümkün. Öncelikle astrolojinin uygulanma amacı felaket senaryoları üretmek değil, olası olumsuzluklara karşı uyarmaktır! Ama gerek yazılı ve gerekse sözlü olarak uyarılarda bulunurken, insana hizmet amacı taşıyan bu sanatı icra ederken, hitap edilen insanların psikolojisini göz önünde bulundurmalı, durumu abartarak gereğinden fazla endişe ve korkuya neden olmamalıdır. Sözün hemen burasında Alice O Howell’in bir sözünü hatırlatmak istiyorum: “Bazen insan psikolojisinden anlamayan ve özgürce “öngörüde” bulunan astrologların danışanlarına şüphe ve korku tohumlarını ekerek verdikleri zarar karşısında dehşete düşüyorum.” Candy Hillenbrand’ın da altını çizdiği gibi “Astrologlar geleceğe odaklanıp geleceğin daha korkusuz olacağını göstererek ya da insanlara seçeneklerini ve tercihlerini göstererek korkuyu aşmasına yardımcı olabilirler. Aksi takdirde insanlar güçlerini etkileyemedikleri ya da kontrol edemedikleri yıldızların ve gezegenlerin merhametine kaldıklarını düşünmeye başlayacaklarından, korkuya kapılabilirler.”

Bu yüzden gökyüzünde Zodyak’tan geçiş yapan gezegenlerin etkilerini okurken, onların bu hareketlerinin önceden planlanmış olduğunu ve dolayısıyla KADERSEL olduğunu, ama elde edeceğimiz sonucu ve varacağımız noktayı FARKINDALIK ve İRADEMİZLE biz insanların bu kadersel etkilere vereceğimiz tepkilerin belirleyeceğini hatırlatmak gerekir. Donna Cunningham’ın da belirttiği gibi “Transitler üzerinde kontrolümüz olmayan yalıtılmış olaylar değil, içinde yer aldığımız psikolojik sürecin parçalarıdır. Yaşamınızın ve varlığınızın anlaşılmaya ve hazmedilmeye hazır boyutlarını farkındalık seviyesine getirmeye eğilimlidirler. Eğer yaşamın bir öğrenme deneyimi olduğunu ve deneyimlediğiniz her şeyin sizin için, yüksek benliğinizi tanımak açısından iyi olduğunu fark ederek var oluşunuzun gerçek modelini ve büyüme ritminizi ayarlayabilirseniz, genellikle transitler sizi şaşırtmazlar. Zor transitler bize kendimizi genişletme gücü verir; gönüllü olmadığımızda bunun oluşabilmesi için gerekli şartları sağlarlar. Transitlerin verdiği acının büyük kısmı değişikliğe direnç göstermekten kaynaklanır. Acı büyüme potansiyeli verir. Dikkatimizi acıya değil, büyüme sürecine vermeliyiz.” Zihnimiz acıya değil de büyüme sürecine yönelik yaratıcılığa yönelirse, bu zorlu süreçten çok büyük bir sıçrama ile çıkabilir, gerçek potansiyellerimizi ortaya çıkarttığı ve bizi karanlıkta devam etmektense aydınlığa çıkaracak itici kuvveti sağladığı için yaşamamız gereken zorluklara şükredebiliriz.

Bu süreçte neler yapabileceğimize yönelik bilgileri Büyük Uyanış kitabımda daha genişçe değerlendirdim. Kitabın 177. sayfasından itibaren bununla ilgili bilgi veriyorum. Bu süreçte aklımızda tutmamız gereken en önemli şeyin hayatımıza korku ve endişenin yerine SEVGİ kavramını dahil etmemiz olduğunu vurgulamak istiyorum. Korku ve endişenin panzehiri sevgidir. Koşulsuz sevgiyi başarabilmemiz için öncelikle öfke, nefret ve kıskançlık gibi bizi düşük frekansta tutan duygulardan uzak kalmayı, hoşgörü ve affediciliği öğrenmemiz gerekiyor.

Hayatımızı inançlarımız yönlendirmektedir. Yaşamımızı korku içerisinde mi sürdüreceğiz, yoksa sevgi içerisinde mi yaşayacağız sorusunun cevabı, bizim hangisine inanmayı tercih ettiğimizde yatar. Sevgi ortamında doğan pozitif düşünce, mutlu ve sağlıklı bir yaşamın vazgeçilmez koşullarındandır. Sağlıklı ve tatminkar bir yaşam için ilk yapmamız gereken şey korkularımızı yok etmek, bunun yerine sevgiyi koymak olmalıdır. Bunu yapabilmemiz için, öncelikle korkularımızın kökeni hakkında bilgi edinmemiz gerekmektedir. Korku egodan kaynaklanır, benlik olmasaydı korku da olmazdı. Korkularımızla yüzleşeceğimiz bu önemli süreçte astroloji bize yol gösterebilecek en etkiliaraçlardan biri olacaktır.

Mayıs 2012’de Pozitif Yayıncılık tarafından yayımlanan MAKSİMUM kitabımdan derlemedir.

Sevgi, ışık ve umutla!

Öner DÖŞER